23 Kasım 2017 Perşembe

STRUMA OLAYI (TÜRKİYE VE İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI)






İkinci Dünya Savaşı yıllarında Romanya’dan bir gemiyle yola çıkan 769 Yahudi İstanbul açıklarında 72 gün boyunca mahsur kalmış ve içinde bulundukları gemi daha sonra Karadeniz’de bir Sovyet denizaltısı tarafından batırılmıştır. Batan bu geminin ismi Struma’dır.


İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya’sı Avrupa’nın her kesimindeki Yahudileri hedef almış ve Avrupa’daki her Yahudi kendisini tehdit altında hissetmiştir. Aynı tehdit Romanya’daki Yahudiler için de geçerliydi ve o zamanlar İsrail’e dönüşmek üzere olan Filistin topraklarına doğru yolculuğa başlamak istediler. Bu yolculuğu başlatacak olan geminin ismi Struma idi. Struma gemisi Panama bandıralıydı ve daha önce hiç insan taşımak üzere kullanılmamıştı. Bu nedenle insan taşımacılığına uygun olmayan koşullar barındırıyordu. Örneğin geminin sadece bir adet tuvaleti vardı. Gemiyi işletenler yolcu başına yüklü para aldıklarından olabildiğince yolcuyu istiflemişlerdi. Gemideki olanaksız yerleri kamaralara dönüştürmüşlerdi ve 769 adet yolcuyu gemiye doldurmuşlardı.
Gemi eski ve harap olduğundan dolayı motor bakımları da yapılmamıştı. Geminin motoru seyir sırasında iki kez arızalandı ve ikinci sefer arızalandığında Türkiye sınırları içerisindeydi. Gemi Sarayburnu açıklarına demir attı ve motorunun tamir edilmesi beklendi. Bu sırada Almanya, Türkiye Büyükelçiliği’ne gemide salgın var dedi kimsenin karaya inmemesi için baskı yaptı. Öte yandan Filistin’de egemenlik kurmuş olan İngiltere olacakları öngörmüş ki çok sayıda Yahudi’nin Filistin’e gelmesinin sakıncalı olacağını söyleyip geminin yola devam etmesine izin vermeyeceklerini söyledi. Türkiye ise mültecileri Türkiye’ye kabul etmedi. Çünkü hem Almanya ve İngiltere’nin yoğun baskıları vardı hem de Türkiye savaşta taraf olmak istemiyordu. Romanya da geminin dönmesi halinde gemiyi kabul etmeyeceğini açıklamıştı. Gemi içerisinde 769 Yahudi ile Türkiye karasularında bekliyordu.
Struma Gemisi Yolcuları
Bu sırada Kızılay ve Yahudi örgütünün ortak çalışmaları sonucu gemiye her gün düzenli olarak erzak getiriliyordu. Gemiden sadece Standart Oil Company of New York Petrol Şirketi'nin Romanya Müdürü Martin Segal ve ailesi şirketin Türkiye temsilcisi Vehbi Koç'un girişimleri ile çıkartıldı. Segal ailesinin yanı sıra kanaması olan hamile bir kadının da gemiden inmesine izin verildi ve hastaneye yatırıldı. Gemide kalan yolcuların akıbeti ile ilgili haftalar süren müzakereler sonuç vermeyince, 23 Şubat 1942'de Türk hükümeti, motoru halen çalışmayan gemiyi Karadeniz'de Şile açıklarına çektirdi. Gece boyunca sürüklenen gemi, 24 Şubat sabahı büyük bir patlamanın ardından battı. 103'ü çocuk olmak üzere 768 kişi öldü. Sadece David Stoliar adlı 20 yaşında bir yolcu ve Ivanof Diko isimli ikinci kaptan sağ kurtuldu. Stoliar ve Diko sabaha kadar bir tahta kirişe tutunarak hayatta kalmaya çalıştı. İkili aynı zamanda donmak üzereydi. Daha sonra tüm umutları tükenen Diko kendini akıntıya bıraktı ve yaşamına son verdi. Stoliar ise çaresizlikten bileklerini kesmek istedi ancak donmak üzere olan elleri çakıyı açamadı. Ölmek üzereyken 12 kürekli Türk Kurtarma Kayığı tarafından bulundu ve karaya çıkartıldı.
1970'li yıllarda yapılan araştırmalar sonucunda da geminin bir Rus denizaltısından atılan torpido ile havaya uçurulduğu belirlenmiştir. Büyük Britanya'nın Sömürgeler Bakanı Lord Moyne ise 1944 yılında Struma faciasındaki sorumluluğu nedeniyle bir suikast sonucu öldürülmüştür. Bu yolculuğu düzenleyenler 1942 yılında ölüme sebebiyet vermekten Romanya'da yargılanmışlar fakat geminin batma sebebinin bir denizaltı olması nedeniyle beraat etmişlerdir. Bu olay birçok uluslararası tarafından Türklerin Yahudi soykırımı olarak addedilmeye çalışılır. Fakat işin gerçek yüzünün çok başka olduğu belgelerle kanıtlanmıştır.
Kaynak: http://www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar/struma-olayi-155

17 Kasım 2017 Cuma

5 Psychological Thrillers You Must See Before You Die


5 Psychological Thrillers You Must See Before You Die

Kill List


Something a little closer to home, Kill List ranks as one of the best British films of the last decade, and one of its best psychological thrillers, period. Heavily indebted to The Wicker Man, the film is basically one of two parts: the first 3/4, which deals with two hit men (Neil Maskell and Michael Smiley) going about their business, and the last stretch, which turns into a surreal, pagan nightmare. Much has been made of the film's shift, but the ending marks one of the most baffling, dazzling denouements on this list, and the tunnel sequence in particular is stunning. Directed by Ben Wheatley, Kill List, despite wearing a few of its influences on its sleeve, is ultimately a unique film, touching on horror and even family-drama in its short run time to announce its director as a major force in a few different styles. It's that aforementioned ending that truly earns Kill List a place on this one, though, which surely serves as one of the most disconcerting finales ever put on film, especially in Britain.

The Silence Of The Lambs


A classic of the genre, Jonathan Demme's multi Oscar winning The Silence Of The Lambs has seen its status slightly reduced over the years. Despite this, it's still one of the purest psychological thrillers ever made, helmed by an iconic Anthony Hopkins performance and a dogged Jodie Foster one (both won Academy Awards). Based on Thomas Harris' sophomore Dr. Hannibal Lecter novel of the same name, the films sees Foster's Clarice Starling seek out the cannibalistic, genius doctor to ask for his help in catching another serial killer, Buffalo Bill (Ted Levine). As is his want, Lecter gets inside the young agent's head, and Lambs ultimately becomes more about their twisted relationship than it does the actual hunt for Bill. Hopkins has roughly only 16 minutes of screen time, but he makes full use of it, turning in a macabre, lip smacking performance full of great lines, many of which are now classics of film lexicon. And, though some would have it that Mads Mikkelsen is better in the TV version of Hannibal (myself included), there's no reason why they can't coexist, and Hopkins' incarnation remains one of the eeriest of any on show here.


Prisoners


Another morally dubious film, and one in which a number of characters suffer altered states of mental well being, Denis Villeneuve's Prisoners is one of the best psychological thrillers of recent years, full of great performances (including a career best from Hugh Jackman) and, like many of the films on this list, complete with a finale that heaves one final level of psychological strife upon its protagonist. (It's also one of the best looking films of late, but with Roger Deakins in charge of the cinematography that really shouldn't come as a surprise). Jackman stars as Keller Dover, whose young daughter, along with a friend, go missing on Thanksgiving. Frustrated by the police's supposed incompetence, Dover takes matters into his own hands, granting the film its title. Keller, a 'good man', descends into increasingly violent, desperate behaviour, and Prisoners begins to pose questions of how far is it acceptable to go for your family? and, at what point to you stop being good, despite the goodness of your intentions? There's no easy answer, and the film, despite its visual splendour, is a tough watch which pangs with moral ambiguity.

The Shining

the shining ile ilgili görsel sonucu
One of the most influential horror films of all time, Stanley Kubrick's The Shining is also an exhausting psychological thriller, both in the dramatic drop in Jack Torrance's (Jack Nicholson) sanity, and in the audiences understanding of it. Based on the Stephen King novel of the same name, Kubrick's adaptation is regularly cited as as one of the most iconic films ever made, and it's true that the picture is chock-full of famous film moments: "Here's Johnny"; "Red Rum"; the flood of blood pouring out of the elevator; "All work and no play make Jack a dull boy"; the closing shot (see above), which confounds our comprehension of the ending. Notable also for its troubling shoot, in which Kubrick well and truly put his stars (Shelley Duvall, who plays Wendy Torrance, in particular) through the proverbial wringer, The Shining is a true classic of the genre, and the emotions it conjures - excitement, confusion, fear, even hate - are the byproduct of a film essential to a list like this.

Caché (Hidden)


I've wrote about the genius of Michael Haneke's Caché - and specifically it's ending - on here before (again don't click if you haven't seen it), so I'll keep this more general: it's one of the greatest psychological thrillers of all time, a truly disturbing, disquieting film, made more so by what it implies rather than what it shows. It is a masterwork in every regard. The setup is deceptively simple: a family are tormented and baffled by the mysterious videos and drawings that begin showing up at their house. As Georges (Daniel Auteil), obsessed, delves deeper into the mystery, he begins to suspect someone from his childhood. This results in the film's masterful final frame, which amounts to one of the most chilling moments in all of cinema. One of the great films of the last decade - perhaps the greatest - Caché ('Hidden' in English) is a monumental achievement, using a family's worst fears to reflect our own. See it.

Source : http://whatculture.com/film/20-psychological-thrillers-you-must-see-before-you-die?page=20

SANATÇININ VERDİĞİ GÜZEL DERS


Bir Tabloya Tüm Servetini Ödemek

Bir sanat merkezinde tanınmış bir ressamın sergisi vardır, ressam sergisini gururla dolaşırken resimlerden birinin karşısında durmuş resmi hayranlıkla izleyen bir kız çocuğu dikkatini çeker…
Kız bir yandan tabloya bakar arada çantasını karıştırıp bulduğu paraları avucuna alır… 
Ressam babacan bir tavırla çocuğun yanına yaklaşır “Resmi beğendin mi?” diye sorar.
Kız çok ciddi bir sesle “evet” der ve “Acaba satılık mı? Anneme almak istiyorum” diye devam eder.
Tablo yüzbinler değerindedir. Ressam gülerek sorar kıza “Kaç paran var?”
Kız ciddi ciddi avucundaki paraları sayar. “83 lira 75 kuruşum var bütün param bu” der.
Ressam tablonun etiketine bakar ve “Ne şanslısın. Tablo da tam 83 lira 75 kuruşa satılık. Al bakalım tablo senin” diyerek tabloyu kız çocuğuna verir.
Bu diyaloğu karşıdan seyreden galeri sahibi ressamın yanına giderek hiddetle “Ne yapıyorsunuz siz! O tablo yüzbinler değerinde” diye bağırır.
Ressam sakin ve mutlu bir şekilde cevap verir: Doğru benim tablolarıma yüzbinler verenler var ama bugüne kadar bütün servetini veren hiç kimse olmamıştı…
Nasıl kaçırırım ben bu fırsatı…
Kaynak : http://keyifhane.net/bir-tabloya-tum-servetini-odemek/

11 Kasım 2017 Cumartesi

Best Places to Spend New Year's Eve




KATIE HAMMEL