25 Ağustos 2018 Cumartesi

BARCELONA - ŞEHİR ŞEHİR KOKAN TATİL BELDESİ


Başlık için uzun süre düşündüm. Ama sanırım Barselona'ya en çok yakışacak başlığın bu olması gerektiğine karar kıldım. İlginçtir ki Barselona bana kendi ülkemdeymişim hissi verdi. Hatta İzmir'deymişim gibi hissettirdi. Aslında bir bakıma denize şehir içinden girilebildiği için Antalya da denilebilir. Barselonanın dünya üzerindeki tanınmışlığı da aslında çok eskiye dayansada asıl turizm patlaması 1992 Yaz olimpiyatları sonrasında olmuştur. Barselona İspanya'nin en fazla turist ağırlayan şehri ünvanınıda uzun süredir elinde tutuyor. Tabi bu şehre büyük katkısı olan Gaudi'yi de es geçmemek lazım.Antoni Gaudi ya da tam adıyla Antoni Placid Guillem Gaudi i Cornet, İspanya'da Art Nouveau akımının öncüsü sayılabilir kendisi. Barselona denilince Gaudi ve eserleri gezilecek yerlerde ilk sıralarda olmalı. 
 Barselona bir Fransa, İtalya kadar pahalı değil. Ancak euronun son dönemde çok fazla yükselmesi sonucu Barselona'da artık lüks şehirler standartına ulaştı. Yeme içme konusunda sizi fazlaca doyuma ulaştırabilecek bir şehir olan Barselona'da muhakkak paella, churros ve tapaslar denemenizi öneririm. Sangria söylememe gerek var mi bilmiyorum ama içmeden dönmeyeceğinizi düşünüyorum. Gezilecek yerlerde ise inşası hala bitmemiş olan ve halk arasında bitmeyen kilise olarak anılan Sagrada Familia. Bir çok bazilika, kilise gördüm ancak gerçekten Sagrada Familia görülmeye değer bir kilise. En az Köln'deki Dom Kilisesi kadar etkileyici. Bambaşka bir mimariye sahip olan ve muhtemel inşasının 2030 yılında biteceğini öğrendiğim bu bazilikayı umarım bittikten sonra da görme şansına nail olurum. Bu bazilikaya ait beni tek hayalkırıklığına uğratan şey ise yeriydi. Şehirin ortasında evlerin arasında, büyük bir bahçe, park yada avlunun içinde olmayışıydı. Bir başka yapı ise Park Güell. Mozaiklerin renklerinin dans edişine hayran kalacağınız bir mekan. Yine şehir içerisinde Gaudi'nin evlerini ziyaret edip fotoğraf çekebilirsiniz. Benim favorim Barselonanın gotik semti olan La Ribera semti ve bu semtte bulunan Picasso müzesi. Paris'ten sonra Picasso'nun en çok eserinin bulunduğu müzedir ki muhakkak gitmenizi öneririm. Kıyın paranıza ve bu eserleri canlı canlı görün. Barselona ulaşım konusunda da bir çok Avrupa şehri gibi rahat. Metro sistemi çok güzel. 1920'li yıllarda yapılmış olması da Londra, Paris, Moskova, Berlin'den sonra en eski metroya sahip şehirler sıralamasında. La Rambla hem alışveriş, hem yeme içme açısından İstanbul'un Taksimi, Ankaranın Kızılayı, İzmirin Alsancak'ı kıvamında bir yer. Yani aslında hem kalabalık hem de bir çok şeyi aynı anda bulabileceğiniz bir yer. Ama yinede çok güvenli olduğunu söyleyemem, çantalara cüzdanlara dikkat etmekte fayda var. 
 Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü bu güzel şehire Antalya gibi deme sebebim ise plajları. Yani evinizden çıkıp metroyla 10 dakikada deniz kenarına ulaşıp denize girebildiğiniz bir şehir Barselona. Bu yüzden hem büyük şehir havası hemde tatil havasını buram buram içinize çekebiliyorsunuz. Gece hayatının da çok renkli olduğunu unutmayalım tabi. Bir çok yer gezdim. Bir çok yere de hayran kaldım. Ama Barselona gerek iklimi, gerek insanları gerekse yaşam tarzı bakımından yaşayabileceğim şehirler arasına girmiş bulunmakta. Kendimi ülkemden uzak ama bir o kadar yakın hissetmek istediğimde gideceğim bir yer. 



11 Ağustos 2018 Cumartesi

LYON - FRANSA (RÜYA ŞEHİR)



Ülkemizde git gide artan ekonomik kriz, euronun doların değer kazanması sonucu zorlaşan Avrupa seyahatlerinden birini de bu yaz tamamlamış oldum. Artık görmediğim şehirleri gezmeye ve rotamı bu yönde çizmeye karar verdim. Lyon'da bu konuda çok doğru bir karar oldu. Fransa'nin gastronomi alanında en gelişmiş şehri olan Lyon (Paris'tende üst sırada gastronomi anlamında) sempatik, narin, ince düşünülerek çizilmiş bir tablo gibi. Yani Paris'i görenler Fransayı da gezdik demesinler. Çünkü gerçek Fransa Paris dışında. Paris İstanbul gibi büyük bir metropol olduğu için karışık kültürlerin bir arada bulunduğu toplama bir yer gibi aslında. Gerçek Fransayı Paris dışında aramak en mantıklısı. İstanbul'dan direkt uçuşların olduğu Lyon şehrine doğru yol alırken okuduğum bloglar, yazılar ve şehrin gezilmesi gereken yerleri bir güzel okudum. Lyon Fransa'nin üçüncü büyük şehri imiş. O yüzden açıkçası karmakarışık caddeleri olan, metro sisteminin zor olduğu bir şehir hayal etmeye başlamıştım. Yaklaşık 3 saat 20 dakikalık yolculuk sonrası Lyon Saint Euxpery havaalanına indim. Bu arada kısaca bir dipnot vermem gerekirse birçoğumuzun bayıldığı kitap ve filmi de olan Küçük Prens'in yazarından alıyor havaalanı ismini. Havanın İstanbuldan daha sıcak olması ise Avrupa'da alışmadığım bir durum olduğu için şaşırmadım desem yalan olur. Gerçi gitmeden önce hava durumuna baktığımda da hemen hemen aynı derecelerde olması beni sevindirmişti. Havaalanından transfer için sadece 1 hat var Rhonexpress. Biraz pahalı (19 euro-gidiş,dönüş). Otobüsünde olduğu söyleniyordu. Ancak benim gittiğim tarihte sadece Rhonexpress kullanabileceğimi söylediler. Çok keyifli bir yolculuktan sonra otelime vardım. Hemen hızlıca yerleşip şehri keşfetmeye koyuldum. İnanılmaz bir düzeninin içine girmiş gibiydim. Açıkçası büyük şehir havasını hissetmedim. Hatta Fransa'dan bu kadar düzenli bir şehir beklentimde yoktu. İnsanların birbirlerine saygıları, sürekli güler yüzlü olmaları, nazik tavırları görülmeye değerdi. Turistlerin hele de yabancı turistlerin çok uğrak yeri olmadığını düşündüm. Çünkü turist muamelesinden çok orada yaşayan yerel biriymişim gibi davranmaları hoşuma gitti. Bunu kendi ülkem dışında sadece İtalya ve Yunanistan'da hissetmiştim.

 Lyon'da eski Lyon old town diyebileceğimiz Vieux Lyon'a muhakkak gidilmeli diye düşünüyorum. Her sokağı ayrı güzel diyebilirim. Şehrin en bilinen yapısı La Basilique Notre Dame de Fourvier. Ben buraya merdivenlerle çıktım. Tavsiye etmiyorum merdivenleri. Gerçekten hacı olunur falan diyorlarsa su an hacı oldum orası için. Saymadım ama yüzlerce merdiven çıktım. Bunun yerine finiküler var. Rahat rahat verin paranızı çıkın. Ben fotoğraf çekerim diye merdivenleri tercih ettim ki yorgunluktan ve bitkinlikten çok fotoğraf çekemedim. Şehirdeki kanal ve kanallardan geçen köprüler görülmeye değer. Tüm dükkanlar saat 19:00 itibariyle kapandığı için o saate kadar alışverişinizi bitirmenizi öneririm. Bahsettiğim gibi ne kadar büyük bir şehirde olsa Avrupa küçük şehir kuralları geçerli ki Pazar günü tek bir açık dükkan bulamazsınız. Şehir sokaklarında pazarlar kuruluyor ki harika yiyecekler, makaronlar bulabilmeniz mümkün.

 Tam bir Fransız mutfağı tutkunuysanız ki ben değilim muhakkak Lyonda yemek yemelisiniz. Peynir, tatlı ve şarapları hariç çok başarılı bulamadığım bir mutfaktır Fransız mutfağı. Ancak bir kaç deneme yaptım ve fena değildi. Kurbağa bacağı gibi değişik tatlar bulabiliyorsunuz. Ben yemedim. Opera de Lyon, Placa de la Comedie, Place Bellacour gezilebilecek yerlerden sadece birkaçı. Lyon'a kesinlikle üç gün ve fazlasını ayırmanızda da yarar var. Çünkü benim daha gezemediğim bir çok yer kaldı. Hatırlatmakta fayda görmeliyim ki Lyon pahalı bir şehir. Bu yüzden dikkatli harcamalar yapmanız sizi üzmeyecektir. Yani minimum 6-7 euro ile 25 euro arasında harcama yapmanız gerekecektir bir ogün için, bira 2-7 euro, şarap (marketlerde 1 euroya bile koca şişe var ve köpek öldüren değil) 2-5 euro arası, su 1,5-3 euro(TL'ye çevirmeyin zem zem gibi içmek zorunda kalırsınız). Ancak adım adım yürüyerek gezilebilecek, yazın bile Rhone Alp bölgesinde olduğundan hafif hafif sokaklarında rüzgarın estiği güzel bir şehir Lyon. Tam bir Fransız.