24 Nisan 2014 Perşembe

İSTANBUL'A DAİR

Yıllarca İstanbul'da yaşayan biri olarak, şu anda İzmir'de olmaktan büyük sevinç duyuyorum. Ancak İzmir adına çok şey yazdım, çizdim. Nedense İstanbul'la ilgili bir şey yazmadım, yazamadım, istemedim herhalde. Bilgisayarın başına geçip bir çok şey yazmayı denedim ama İstanbul'u yazamadım. İstanbul'a haksızlık ettiğimi düşündüm. Ve yazmaya başladım.
Bir masal başlamıştı aslında. Herkesin bir sebebi vardır İstanbul'da olmak için. Çalışmak için, para kazanmak için, zengin olabilmek için, keyif yapmak için, tatil için, akraba ziyareti için, saymakla bitmeyen nedenler vardır orada bulunmak için. Benimde bir sebebim vardı oraya ilk gittiğimde. Kötü tasarlanmış bir şehir gibiydi ilk başlarda. Boğaz'da balık yemek ya da Emirgan'da kahvaltı yapmak çok normal şeylerdi benim için. Saatlerce bir yerden bir yere varabilmek saçmalıktı başlarda. Ne gerek vardı ki, hayatınızdan dakikaları saatleri çalan bir şehirdi İstanbul. Resmi rakamlarla on beş milyon insanın yaşadığı kalabalık, huzursuz bir şehirdi ilk başlangıçta. Galata kulesi, Kız kulesi, Boğaz köprüsü, Haydarpaşa bile şehrin kalabalıklığının arasında kaybolup gitmişti. Sıkıcı bir şehirdi. Mevsimleri bile dengesizdi.
Bir sonbahar akşamıydı adımımı ilk attığımda İstanbul'a. Soğuk bir akşamdı. Rüzgar yüzümü delip geçiyordu sanki. Başta da söylediğim gibi bir nedenim vardı orada olmalıydım. Heyecanlıydım ve üşüyordum. Elimde bir valiz ve sırt çantası. Hayalimde canlandırdığım şekilde karşılaşmamıştık İstanbul'la. Ama yinede yeni bir yerdi, keşfedilmeyi bekliyordu. İstanbul öyle bir şehirdir ki adımınızı attığınızda en fazla bu şehirde bir ay yaşayabilirim dersiniz bir bakmışsınız ki sekiz koca yılı devirmişsiniz. Hızlı bir şehirdir. Sonu gelmeyen her şeyi orada bulabilirsiniz. Boşa harcayacak iki saatiniz varsa sadece İstiklal caddesinden bakına bakına tünele kadar gidin zamanınızı verimli bir şekilde doldurmuş olursunuz. İnsanları izlemeniz bile bazen yeterli olabiliyor. Adımınızı atar atmaz şehir sizi içine alır. İstanbullu olmakta çok zor değildir. En fazla bir sene sonra aidiyet duygusunu hissettiriyor insana. Bu şehri nasıl öğrenebileceğim derken, toplu taşıma araçlarının numaralarına kadar ezberleyebiliyorsunuz. Şaşırtıcı bir hafıza geliştirme yönü de vardır İstanbul'un yani. Bazen tarih kokar, rakı kokar, bira kokar sokakları. Büyüleme özelliği de vardır.Mesela bağımlılık yapar bazen Nevizade, Kumkapı geceleri. Nüfusunda azalma olmaz. Yazın İstanbullular tatile giderken, İstanbullu olmayan yerli yabancı turistte İstanbul'a gelir. Uyumayan bir şehirdir İstanbul. Ağlamak istediğinde ağlatmayan, gülmek istediğinde güldürmeyen sadist bir yönü de vardır. Çok arkadaşınız az dostunuz olur. Kalabalığın içinde yalnız hissetmek hissini orada yaşayabiliyorsunuz. Yalnız olduğunuz sanıp çevrenizdeki kalabalıktan haz aldığınız da olmuyor değil tabi. Hep bir koşturmacanın içindesinizdir. Hep bir trene, otobüse yetişme kaygısı, trafiğe yakalanmamak için alternatif yollar arama çabası. Toplantısına geç kalmamış insan sayısı da azdır mesela İstanbul'un. Her şeyi zamanından önce yapmaya çalışırsınız ki yolu kapatırlar grev var denilir yürüyerek köprüyü geçmek zorunda kalabilirsiniz. Sürprizlerle doludur kısacası. Geç kalırsınız. Zamanından önce planlanan çoğu şeye de geç kalırsınız. İlişki yaşamakta zordur İstanbul'da. Mesafeler uzaktır, zamanlar kısadır. İlişkilerini sürdürebilenler sürdürüyorlar o ayrı.
Zamanla o kadar alışıyorsun ki bu düzene, cennetten çıkma bir yere gitsen yine arıyorsun İstanbul'u. Uyuşturucu gibi, bağımlılık yapan bir özelliği de var. Dedim ya en başta masal gibidir İstanbul. Kahramanları, baş rolleri kalabalık figüranları bitmeyen bir masaldır İstanbul. Bu masalı yaşayanlara selam olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder